Annelik öğrenilir mi? Evinizdeki yaramaz kedinin yavruları olunca nasıl bir anda olgun bir anneye dönüşüverdiğini gözlemiş olabilirsiniz. Hayvanların çoğunda özellikle de memeli hayvanlarda anneliğin doğal bir içgüdü olarak bulunduğu ve doğum sonrası artan oksitosin hormonu ile tipik annelik davranışlarının ortaya çıktığı biliniyor. Yavruyu besleme, okşama, yalayıp temizleme, ısıtma; genel olarak çevresel etkenlerden koruma davranışının içgüdüsel olarak genlerde kayıtlı olduğu hemen herkesin bildiği bir gerçek. Bu içgüdüsel davranış, diğer hayvanlarda olduğu gibi insanlarda da bulunuyor. İnsanlarda da etkili olan hormon oksitosin.
Günümüzde çocuk sahibi olmakla ilgili konuşmaların en beylik kavramlarından birisi “annelik içgüdüsü”. Bu kavram yeni bebeğin sorumluluğunu paylaşma kavgası veren modern çiftlerin tartışmalarında bile sıkça dile gelir oldu. Alt değiştirmek istemeyen bir babanın “Ama sizin annelik içgüdünüz var!” savunusunu yaptığı görülür. Eğer genç babalar, gebelik ve doğum sonrası dönemde erkeklerde de oksitosin hormonu artışı olduğunu bilselerdi tartışma ne yöne giderdi sizce? Evet, bu bir gerçek. Yapılan çalışmalar eşi hamile olan erkeklerde bazı hormonal değişiklikler olduğunu ve erkeğin de bir tür bakım veren olmaya hazırlandığını gösteriyor.
Kısacası genetiğimizin hem anne olmayı, hem de baba olmayı içgüdüsel ya da hormonal olarak sağlayan bilgiyi kayıtlarında taşıdığını söyleyebiliriz. Bununla birlikte evimizdeki kedinin kısa sürede annelikle ilgili her şeyi bilen bir duruma gelmesine ama biz üstün ve akıllı insanoğlunun sonsuz acemiliğine ne demeliyiz? Şu an bu yazıyı okumakta oluşunuz da bunun bir kanıtı değil mi? “Nasıl daha iyi anne olurum?” Bu sorunun her gün aklımızı kurcalamasını bir yana bırakalım eğer yeni bir anneyseniz kendi annenizin, kayınvalidenizin, eşinizin, komşunuzun, görümcenizin, eltinizin, babanızın, kayınpederinizin, saymakla bitmez, çevrenizdeki hemen herkesin öneri ve tavsiyelerine maruz kalırsınız. Zaten bilmediğinize inandığınız bu “kutsal” meslek hakkında çevrenizdeki akil insanlar, yüzlerce kitap, TV programları gibi bilgi kirliliği yaratan birçok etkenle kafalar iyice karışır. Kedinizin kıvrıldığı yerden size küçümseyen gözlerle baktığını görürseniz şaşırmayın…
Kadınların annelik davranışları kültürlere ve zamana göre oldukça değişiklik gösteriyor. Hormonların sağladığı temel annelik davranışları aynı olsa da bebekle kurulan ilişki ve çocuğun yetiştirilmesinin bütün süreci kültür ve toplumsal yapı tarafından fazlaca etkileniyor. Örneğin Batı toplumlarında bebeğin kucağa alınması, emzirilme süresi, anne bedeniyle olan teması Doğu toplumlarına kıyasla oldukça azalmış durumda. Batı’da toplumun beklentisi bağımsız, özgüvenli bireyler yetiştirmek olduğu için anneler çocuklarını uzaktan seviyor. Doğu toplumlarında ise kantarın topuzu öbür tarafa kayıyor; 5 yaşına kadar emzirilen çocuklar mı dersiniz, anne-babalarının yanında uyuyan ergenler mi? İki tutum arasında bir dengenin mümkün olduğu düşünülebilir. Ama Türkiye’ye, ne Doğulu ne Batılı olabilen toplumumuza bakınca Doğu-Batı sentezini ya da bir denge halini değil her iki tarafın aşırılıklarının bir karmasını görüyoruz. Küçük çocuğuyla arkadaş olmaya çalışan, özgüven pompalayan, onunla büyük bir insanmış gibi konuşan, oyun oynarken en eğiticileri seçen bir annenin çocuğu hala emzirdiğini, aynı yatakta yattığını, kuralların bir koyulup bir kaldırıldığını sıkça görüyoruz. En iyisini yapmaya çalışan ama bir türlü ayarı tutturamayan bu annenin hissettiği yetersizlik duygusunu tahmin etmek zor değil. En eğitici oyunlarla ayar verilmeye çalışılan küçük oğlanın evde yapboz yapmak yerine yapboz tahtası ile camı çerçeveyi indirdiğini, okulda ise diğer çocuklar karşısında süt dökmüş kediye döndüğünü duymuş ya da görmüşsünüzdür.
Çözüm ise iyi bir Doğulu ya da Batılı olmakta ya da iyi bir denge tutturmakta değil. Annelerin doğal-içgüdüsel yeteneklerinden neden bu kadar uzaklaştıklarını anlamak gerekiyor. Bu noktada toplumumuzun hızla değişen yapısının genç anne-babalar üzerindeki etkisinden elbette söz edilebilir. Ancak bu değişimi bütünüyle anlayarak göğüslemeye çalışmadan da çocuk büyütmedeki temel yanlışlar düzeltilebilir. Eğer çocuğunuzu büyütürken sürekli en doğru olan yöntemi uygulamaya çalışıyor ve bununla ilgili sürekli birilerine danışıyor, kitap karıştırıyor, TV programlarını takip ediyorsanız bilin ki yanlış yoldasınız! Burada sorunu başvurulan bilgi kaynaklarının yanlış olmasından ziyade; bir annenin neden bu kadar “doğru” arayışında olduğunda ya da neden bu kadar yetersiz hissettiğinde aramak gerekiyor. Yukarıda da belirtildiği gibi bir kedide bile olan temel yeteneğin bizlerden bu kadar uzaklaşmasının altında aslında kaygılarımız yatıyor. Kaygılarınızı ve dolayısıyla annelik becerinizi belirleyen şey ise kendi yetiştirilme biçiminiz. Dolayısıyla çocuğunuzla ilgili endişe ettiğiniz her şeyin altında kendi psikolojik süreçleriniz yatıyor. Bu nedenle çocuğunuz için en doğru olanı yapmak yerine kendinizi anlamak ve eğer gerekliyse yardım almak için adım atmalısınız. Kedi gibi huzurlu ve mutlu olmak dışında yapmak ya da bilmek gereken bir şey yok mu? Elbette öğreneceğimiz çok şey var ama insan kaygılıyken öğrenemez.